Soru: Aşağıda Resulullah efendimizin hanımlarının ve Sahabe eşlerinin çarşaf giydiklerine dair bir vesika yoktur deniyor, bu doğrumudur?”
“Kadınların çarşaf giymesi gerekmez. Ne Resulullah efendimizin hanımlarının, ne de Eshab-ı kiramın hanımlarının çarşaf giydiklerine dair bir vesika yoktur. Din kitaplarında da kadına nafaka olarak verilmesi gereken elbiseler bildirilmiş, hiç birisinde çarşaftan bahsedilmemiştir. Çarşaf Türkiye’ye Tanzimat döneminde hacca gidenler tarafından, İranlılardan alınmak suretiyle getirilmiştir. Önceleri pek tutulmayan, hatta bid’at denilen çarşaf, 1870’te yaygınlaşmıştır. Daha sonra II. Abdülhamid han, 4 Ramazan 1309 (2 Nisan 1892) tarihli bir emirname ile çarşaf giyilmesini yasaklamıştır. (İslam Ansiklopedisi Diyanet Vakfı).”
Cevap: Çarşaf kelimesiyle anlatılan giysinin, Kur’an‘da ve hadislerde geçen “cilbab“la ilişkili olduğu açıktır. Tefsirlerde ve lugat kitaplarında “cilbab“ın, “battaniye, yorgan” anlamlarını da içeren “lihâf-milhafe” kelimesi ile açıklanması, bu kelimenin, bütün bedeni dıştan örten ve bürüyen bir giysiyi anlattığını göstermektedir.
24/en-Nûr, 60 ayetinde geçen “siyâb“ın, Sahabe‘den itibaren hemen her tabakadaki ehl-i tefsir tarafından, kadının ev içinde giydiği elbisesinin ve başörtüsünün üzerine örttüğü örtü anlamına geldiğine, hatta Übeyy b. Ka’b ve Abdullah b. Mes’ûd (Allah ikisinden de razı olsun) mushaflarında, bu ayetteki “siyâb” yerine “celâbîb” kelimesinin yer aldığına dikkat edilirse, bugün “çarşaf” kelimesi ile ilfade ettiğimiz “dış giysi”nin Asr-ı Saadet’ten itibaren mevcut olduğu ve bilindiği konusunda şüphe kalmayacaktır.
Kaynaklarda “cilbab“ın “ridâ” ile açıklanması da bu durumu teyit etmektedir. Zira “ridâ“, “dıştan giyilen bol elbise, aba” anlamındadır. “Cilbâb“ı “izâr” diye açıklayanların muradının da bu olduğunu en-Nevevî “el-Mecmû“da (III, 174) belirtmiştir.
Yukarıda “cilbab” kelimesinin, “yorgan, battaniye” anlamlarını da içerdiğini söylemiştim. Bütün bedeni örtmesi dolayısıyla “cilbab” ile bu anlamdaki “lihâf/milhafe” arasındaki ilişki, dilimize de aynen yansımış ve aslında “yatak/döşek örtüsü” anlamındaki “çarşaf” kelimesi bu dış giysiye de ıtlak edilmiştir.
Ümm-ü Seleme (r.anha)’dan gelen şu gözlem, günümüzde yaygın olan siyah çarşafın da Asr-ı Saadet‘te uygulaması bulunduğunu göstermektedir: “Bu (33/el-Ahzâb, 59) ayeti nazil olduğu zaman Ensar‘dan bazı kadınlar, giydikleri siyah elbiseler sebebiyle sanki başlarında kargalar varmış gibi dışarı çıktılar.” (el-Cassâs, “Ahkâmu’l-Kur’ân“, V, 245)
Şu halde bugünkü yaygın şekliyle giyilen çarşafın bid’at olduğunu ve Asr-ı Saadet‘te mevcut olmadığını söylemek doğru değildir.
DİA‘da mevcut “çarşaf” maddesinin yazarı tarafından çarşafın ülkemize Tanzimat döneminde girdiğinin söylenmesi isabetli değildir. Osmanlı topraklarından Hacc seyahati için başından beri Hicaz‘a gidildiği halde çarşafın bu topraklara girmesi için neden Tanzimat dönemine kadar beklendiği sorusunun izahı yoktur.
Esasen sorudaki iktibasta meselenin DİA‘dan eksik nakledildiği görülmektedir. Zira orada (VIII, 231) şöyle deniyor: “Çarşaf Türkiye‘ye Tanzimat döneminde hacca gidip gelenler tarafından Araplar veya muhtemelen İranlılar‘dan alınmak suretiyle getirilmiştir. Önceleri pek tutulmayan, hatta bid’at olduğu ileri sürülen çarşaf 1870’te çıkarılan bir emirname ile ince yaşmak ve feracenin yasaklanmasından sonra yaygınlaşmıştır…”
Bu satırların hemen öncesinde, “XVIII-XIX. yüzyıl seyyahları çarşafın Mısır kadınları arasında da çok yaygın olduğunu yazarlar” denmek suretiyle çarşafın İranlılar‘a mahsus bir kıyafet olmadığı zımnen ortaya konmuştur.
Şu halde çarşafın ülkemize İranlılar‘dan alınarak sokulduğunun mutlak olarak söylenmesi doğru değildir. Ayrıca bu giysinin bid’at olduğu iddiasının ulema tarafından nasıl değerlendirildiği ve bu iddiayı kimin, hangi delillere dayanarak ileri sürdüğü hakkında da bilgi sahibi değilim.
Çarşafın ülkemizde XIX. yüzyılın sonlarına doğru yaygınlık kazandığının söylenmesi, konunun Osmanlı coğrafyasındaki durumu hakkında yapılmış kapsamlı bir çalışmaya dayanılmadığı sürece boşlukta kalacaktır. Zira mesela özelikle Doğu Anadolu’da “ehram” (ihram) denen ve tıpkı çarşaf gibi bütün bedeni dıştan örten dış giysinin kadınlar tarafından öteden beri yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Karadeniz bölgesinde kadınların giydiği “aba” da bu bağlamda hatırlanmalıdır. Gerek bürünülme şekli, gerekse kumaşı vs. bakımından siyah çarşaftan ayrı bir özellik arz eden bu giysilerin tarihinin çok daha eskilere gittiği süphesizdir.
Fıkıh kitaplarında kadına nafaka olarak verilecek şeyler arasında çarşafın bulunmaması meselesine gelince, kaynaklarda genellikle “libas/elbise” zikredilmekte ve bunun da hakimin hükmüyle takdir edileceği söylenmektedir. Bunun ise örfe ve kocanın maddî durumuna göre takdir edileceği açıktır.
Milli Gazete – 16 Eylül 2004