Zekât meselesini çağımızda en detaylı bir şekilde işleyen kişi olduğu bilinen el-Karadâvî, “sebîlullah” tabirinin İmamiyye ve Zeydiyye tarafından nasıl anlaşıldığını anlatan nakiller yapmıştır. İmamiyye’nin kendi kaynaklarında görülen o ki, bu mezhep içinde “sebîlullah” kaleminden bütün hayır çeşitlerine harcama yapılmasının cevazı konusunda bir ihtilaf mevcut değil.
Ancak Zeydiyye konusunda durum biraz değişik. Gerek el-Karadâvî’nin aktarımlarında[1]Bkz. Fıkhu’z-Zekât, II, 646-7. gerekse benim elimdeki Zeydiyye kaynaklarında Zeydiyye imamlarından Zeyd, en-Nâsır, el-Müeyyed billah ve diğer fukahanın, “sebîlullah” kaleminin münhasıran gazilerin ihtiyacına sarf edileceği görüşünde oldukları zikrediliyor.[2]Dav’u’n-Nehâr (yazma nüsha), 148a (el-Mehdî lidînillah Ahmed b. Yahya el-Yemânî’nin (ö. 804/1401), Zeydiyye’nin muteber metinlerinden sayılan el-Ezhâr’ı … Continue reading Bu durumda “sebîlullah”ın diğer hayır çeşitlerine teşmilinin daha sonraki Zeydî alimlerin tercihi olduğunu, ya da en azından Zeydiyye imamları arasında bu konuda ihtilaf bulunduğunu söylemek doğrunun ifadesi olacaktır. Bu da, gerek el-Karadâvî’nin, gerekse ondan nakille yetinen Karaman hocanın, Zeydiyye’nin konu hakkındaki görüşünü gerçeğe uygun biçimde aksettirmediğini gösteriyor.
İlgili kaynaklarda “sebîlullah”ın çerçevesi gaza ve gaziyi, bir de –azınlıkta kalan bir gruba göre– hacc ve umreyi aşmamakta iken[3]Bkz. el-Cassâs, Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulemâ, I, 483; İbnu’l-Cevzî, et-Tahkîk (ez-Zehebî’nin et-Tenkîh’i ile birlikte), V, 270; İbn Abdilhâdî, … Continue reading bu çerçeveyi hocanın yahut İmâmiyye ve bir kısım Zeydîler’in yaptığı gibi genişleten bir sahabîye veya Ehl-i Sünnet bir imama rastlamıyor oluşumuz calib-i dikkattir.
Bu durumu dikkatte tutarak hocanın tavrına tekrar baktığımızda iki husus dikkatimizi çekiyor:
- Sahabe’nin ve Ehl-i Sünnet imamların tavrı, “sebîlullah”ın gaza/gazi ve hacc/umreye tahsisi doğrultusunda iken hoca bu çerçeveyi neredeyse “bütün hayır çeşitlerini” içine alacak şekilde genişletiyor.
- Yukarıdaki cümlede geçen “neredeyse” kaydına bakarak hocanın yine de ihtiyatlı davrandığını düşünmek aldatıcı olur. Zira hocanın bu çerçevenin dışında bıraktığı husus, İbn Ömer, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye (rh.aleyhima)’nın, hacc ve umreyi “sebîlullah” içinde gören tavrıdır ki, yazısında atıf yaptığı isimlerin hemen tamamı tarafından zikredilmiştir. Oysa hoca bunları “sebîlullah” içinde görmüyor…
Bu meselenin hasılası, “hedefi İslâm’ın yaşaması, yayılması ve korunması, İslâm yurdunun muhâfazası ve kurtarılması, İslâm’a yönelen her nevi tehlikenin önlenmesi olan askerî, fikrî, siyasî, iktisadî, mücâdele ve faaliyetler”in zekât fonundan finanse edilmesinin engellenmesi, dolayısıyla bütün bu hayırlı amellerin önünün kesilmesi midir?
Üç yazı boyunca söylemeye çalıştığım şeyin bununla elbette ilgisi yok. Zira infak ve tasadduk müesseselerinin zekâttan ibaret olmadığı açıktır ve bütün bu faaliyetlerin zekâtın sınırları zorlanmadan da yapılması pekala mümkündür.
Peki zekâttan bu çalışmalara fon aktarılması halinde kıyamet mi kopar?
Şurası açık ki, mesele sadece zekâtlı sınırlı değil; bu bir tavırdır ve bugün zekât hakkında ortaya konmuştur, yarın bir başka hüküm hakkında işletilecektir.
Dolayısıyla burada yapmaya çalıştığım şeyin zekâtla yapılacak hayırlı işlerin engellenmesi olarak değil, İslam ahkâm binasının asliyetinin muhafazası için gösterilen bir hassasiyet olarak okunmasını arzu ederim. Bir cümleyle ifade etmem gerekirse, bizim birinci derecede gözetmemiz gereken husus Allah Teala’nın rızasıdır ve O’nun ahkâmını yine O’nun murad ettiği biçimde hayatımıza aktarma çabası içinde olmamızdır. Bu gereği gibi yapılsa fakirlik de, diğer olumsuzluklar da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Unutmayalım, geçmişte zekâtı toplayıp da dağıtacak yer bulamadığımız devirler olduysa bu hassasiyetin ürünüdür.
Bu yazı serisini hocanın tavrıyla ilgili bir tesbit yaparak noktalayayım: Hayatını, bu ümmetin meselelerinin yeni ictihadlar vasıtasıyla aşılabileceği tesbitinin gereklerini yerine getirmeye samimane bir şekilde adamış bulunan hocanın, sadece bu meselede değil, daha pek çok hususta Yusuf el-Karadâvî, Şeltut, M. Abduh, Reşid Rıza, eş-Şevkânî, el-Kınnevcî… gibi isimlerin taklidinden başka bir anlam taşımayan bir “hall yolu”nu benimsemiş kişi profili çizmesi kendisi için, duruşu ve tesbitleri için ciddi bir çelişkidir…
Milli Gazete – 12 Eylül 2009
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Bkz. Fıkhu’z-Zekât, II, 646-7. |
---|---|
↑2 | Dav’u’n-Nehâr (yazma nüsha), 148a (el-Mehdî lidînillah Ahmed b. Yahya el-Yemânî’nin (ö. 804/1401), Zeydiyye’nin muteber metinlerinden sayılan el-Ezhâr’ı üzerine el-Hasen b. Ahmed el-Yemenî (ö. 1084/1673) tarafından kaleme alınmıştır. eş-Şevkânî, es-Seylu’l-Cerrâr’ını bu eser üzerine yazmıştır.) Ayrıca bkz. el-Hasen b. Muhammed en-Nahvî, et-Tezkiretu’l-Fâhire, 167-8. |
↑3 | Bkz. el-Cassâs, Muhtasaru İhtilâfi’l-Ulemâ, I, 483; İbnu’l-Cevzî, et-Tahkîk (ez-Zehebî’nin et-Tenkîh’i ile birlikte), V, 270; İbn Abdilhâdî, Tehkîhu’t-Tahkîk, III, 172; İbn kudâme, el-Mukni’, VII, 249; el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, X, 271; Tefsîru İbn Ebî Hâtim, VI, 1824; Ebû Bekr b. el-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, II, 533… |