Vahdetin Biricik Zemini

Ebubekir Sifil2014, Aralık 2014, Gazete Yazıları


Ümmet’i tarih içinde bir arada tutan ve bugün de tutacak olan biricik zemin bu Din’in sabitelerinin oluşturduğu alandır. Bu alan, dahilî ve haricî her türlü yıkıcı/bölücü cereyana, tertibe rağmen Ümmet’i 1400 yıl bir arada tutmuştur. Hatta sadece “bir arada tutmak”la kalmamış, Ümmet’in insanlığa numune-i imtisal duruş ve tecrübesine de kaynaklık etmiştir. Ümmet’i kucaklayan tecrübe de buradadır, sahih ve sahici tasavvur da buradadır.

Bu zemin üzerinde yürüyenler hiçbir zaman diğer kesimleri kendileri gibi düşünmeye/inanmaya zorlamamıştır. Bu sebeple ayrılıkçı kesimler tarih içinde varlıklarını her zaman sürdürebilmiş, inançlarını koruyarak nesilden nesile aktarabilmiştir.

Doğru oturup doğru konuşalım: İlk oluşum döneminden bu yana Ümmet’in kendisi dışında kalan kesimlerini –bilhassa Eş’arî/Maturîdî çizgiyi– tekfir eden anlayışın kendisini Selef’e nisbet etmesi onu sahih ve muteber kılar mı?

Yahut “Ehl-i Beyt” vurgusu, Sahabe de dahi olmak üzere Ümmet’in kahir ekseriyetini irtidatla, dalaletle, ihanetle… suçlayan Şia’nın bu tutumuna meşruiyet ve itibar kazandırır mı?

Bugün bu kesimlerin her biri, hakimiyet kurdukları coğrafyalarda bilhassa Ehl-i Sünnet’i kendileri gibi inanmaya zorlamakta, bunun için her türlü yol ve metodu meşru görmektedirler. İnternet çağında yaşıyoruz ve bu söylediklerimin doğruluğu hakkında tereddüdü olanlar küçük bir araştırmayla gerçeği kendi gözleriyle görebilirler.

Şu halde “propaganda”ya değil, “hakikat”e bakmak zorundayız. Tarih içinde hiçbir bölücü akım, bölücülük yapmak için ortaya çıktığını söylemez, ya da yaptığı işi “bölücülük” olarak isimlendirmez. Gerçekçe bölücülük yaptığı halde, yaptığı için “birleştirme/bütünleştirme” olduğunu söyler. Zarfa değil, mazrufa bakmak lazım.

İşin bir yönünde kısaca ifade etmeye çalıştığım “bid’at oluşumlar” yer alırken, diğer yönünde de “cemaatler” yer alıyor. Ülkemizde, sorduğunuzda hepsi de kendisini “Ehl-i Sünnet” olarak ifade eden çok sayıda cemaat, tarikat var. Ama (istisnaları paranteze alarak söyleyelim) yıllardan beri bu yapıların, milletin-memleketin en hayatî meselelerinde bile bir araya gelip ortak bir irade sergilediği görülmemiştir.

Burada “vahdet”i engelleyen nedir?


Burada da işin içine farklı mülahazaların, beklentilerin girdiğini görüyoruz. Her kesim kendi bakış açısını, metodunu ve tesbitlerini mutlaklaştırıyor ve –tıpkı yazının başında ifade ettiğim kesimler gibi– “vahdet olacaksa benim bulunduğum yerde olacak” dayatması içinde bulunuyor.

Hemen belirteyim, burada bütün bu kesimlere “kendi aidiyetlerinizi, alt kimliklerinizi terk edin, yeni bir yapı içinde yek vücut olun” diyen yok; çünkü bunun imkânsızı talep etmek olduğu herkesçe malum. Arzu edilen, birtakım ortak hassasiyetlerin dile getirilmesinde, ortak problemlerin çözümünde ve ortak hedeflere yürüme noktasında birlikte hareket etme iradesinin gösterilmesidir. Herkes yine kendisi olarak kalsın, ama hiçbir kesimin tek başına altından kalkamadığı, kalkamayacağı meselelerin hallinde birlikte hareket edilebilsin. Buna ne mani var?

Tabiat boşluk kabul etmiyor. Siz, “vahdet” kelimesini telaffuz etmeyi dahi terk ederseniz, birileri bu boşluğu pek iyi değerlendirir. Kendi bölücü ideolojisini “vahdet” adı altında pazarlar ve bizim neslimizi bize karşı kullanır.

Aklımızı başımıza almak için daha nelerin olması gerekiyor?

Vahdet Gazetesi – 17 Aralık 2014