Prof. Dr. Hayreddin Karaman hoca, “İslam’da Ne Var, Ne Yok” başlığı altında ileri sürdüğü görüşlere aldığı tepkilerin ardından kaleme aldığı yazılarına, tenkitçisinin niyet okuduğunu, mezmum duyguların etkisi altında kaldığını, ilim ve ahlak ölçülerinin dışına çıktığını… ima, hatta tasrih eden satırlarla giriş yaptı. Kendi maksadını ise, “İslam’ın temiz, güzel, nurlu yüzünü kirli, kara, çatık göstermek isteyenlerin ellerinden bazı fırsatları almak” olarak ifade etti.
Benim yaptığım, istisnasız tamamı aynı gerekçeden hareket ederek benzer sonuçlara ulaşan modernistlerle hocanın tutumu arasında ne denli ilgi çekici bir benzerlik bulunduğunu vurgulamaktan ibarettir ve bunun niyet okumakla, mezmum duyguların etkisi altında hareket etmekle, psikolojik tahlillere soyunmakla falan bir ilgisi yoktur.
Hocanın atladığı önemli bir gerçek var: “İslam’ın temiz, güzel, nurlu yüzünü kirli, kara, çatık göstermek isteyenler” sadece hocanın derpîş ederek “İslam’da yoktur” dediği hususlarda masum endişeler taşımıyor; aksine onların problemi, bir bütün olarak İslam’ın kendisiyle. Dolayısıyla hoca o 9 meselenin İslam’da olmadığını olabildiğince açık ve kesin bir şekilde –herhangi bir kayıt ve şarta bağlamaksızın– söylemiş olsa bile İslam’ı, konuyla ilgili ilk yazısında naklettiği televizyon programındaki İngilizler gibi algılayanları ikna etme şansına hiçbir zaman sahip olamayacak.
Bu durumda tahakkuk edecek olan, şairin,
Dünyayı yamamak için parçalarız Din’i biz;
Sonra ne Din kalır elde, ne yama diktiğimiz
dediği durumdur sadece. İslam’a şu veya bu bahanenin ardına saklanarak kara çalmak isteyenler bildiklerini okumaya devam edecekler; bu dün de böyleydi bugün ve yarın da böyle olacak. Buna mukabil onlara, “Sizi endişeye sevk eden hususlar vazgeçilmez değildir” diyenler, yalnızca ve ancak Müslümanların din algısında derin kırılmalara yol açacaktır.
Bir örnek: Hoca, recm konusundaki rivayetlerin, bu müeyyidenin “hadd” değil, “ta’zir” olarak algılanmasının doğru –hatta “daha doğru”– olduğunu gösterdiğini savunuyor. Bu tezine gerekçe olarak da, esasen hiç birisi davasını teyit etmeyen hususlar ileri sürüyor. Bu gerekçeler tek tek ele alındığında –ki ilgili yazılarda bunu yapmaya çalışmıştım– recmin “ta’zir” olduğu davasına hiçbir şekilde delalet etmedikleri açık olarak görülüyor. Her biri farklı bir hassasiyeti ifade eden o gerekçeler hocada örneğini gördüğümüz sunum tarzlarıyla bir araya getirildiğinde, recm konusuyla ilgili olarak algıda oluşabilecek kırılma, aynıyla diğer hadd cezaları, hatta ahkâmın tamamı için de söz konusu olacaktır.
Esasa gelecek olursak;
Hoca, recm meselesine inhisar ettirdiği mukabil yazılarında meseleyi Usul zemininde ele aldığını belirttikten sonra icma ile ilgili alıntılara ve ahad ya da meşhur haberin Kur’an karşısındaki konumu bağlamlı tesbitlere yer veriyor. Bu hususlarda ne dediğini ve dediklerinin konuya taallukunu elbette değerlendirmek durumundayız.
Recm konusunda Usul zemininde hareket ettiğini söyleyen hoca, hatırlanacağı gibi bu cezanın “hadd” değil “ta’zir” olduğu davasına şu hususları delil göstermişti: 1) Recm, İslam’ın getirdiği, başlattığı bir ceza değildir. 2) Zina cezalarının daha hafiflerine yer veren Kur’an, recme yer vermemiştir. 3) Efendimiz (s.a.v), birkaç defa uygulattığı recm cezalarında kendisi bizzat bulunmamış, infazı başkalarına yaptırmıştır. 4) Efendimiz (s.a.v) zina suçunu itiraf ederek cezalandırılmalarını talep edenlere hemen ceza uygulamamış, onların ısrarları sonucu cezayı uygulatmıştır. 5) Ceza infaz edilirken kaçan kişiyi bırakmadıklarını söyleyen sahabîlere “keşke bıraksaydınız” demiştir. 6) Recm cezasını ifade eden hadislerde bekâr zaniler için “sürgün” cezası da yer aldığı halde, sürgün cezasının uygulanmayacağını söyleyen müctehidler olmuştur.
Devam edecek.
Milli Gazete – 4 Aralık 2010