Bir önceki yazıyı et-Tirmizî’nin “hasen-garib” tabirindeki “garib”e kısaca değinerek bitirmiştik. et-Tirmizî bu terimi, “isnadında itham edilmiş ravi bulunmayan, metni şazz olmayan ve birden fazla yoldan nakledilmiş hadisler”i anlatmak için kullandığını es-Sünen‘in sonundaki İlel kısmında tasrih etmektedir. Buradaki “itham edilmemiş” ifadesi üzerindeki mülahazalardan çıkan sonuca göre bu ifade sadece “yalancılıkla itham”ı değil, aynı zamanda “gaflet ve fıskla itham”ı da anlatır.
Onun bu tanımının sahih hadis için de geçerli olup olmadığı da bir bahs-i diğer olmakla birlikte burada bizi ilgilendiren, bu tanımdan çıkan sonuçtur ki, buna göre hasen ile sahih arasında bir umum-husus ilişkisi bulunmak gerekir. Bir diğer deyişle et-Tirmizî’nin bu tanımından çıkan sonuca göre her sahih, aynı zamanda hasen’dir, ama her hasen aynı zamanda sahih değildir. et-Tirmizî’nin “sahih-hasen” nitelemesini kimi hadisler için birlikte kullandığı vakıasını da göz önünde bulundurarak ulema, “hasen-garib” nitelemesindeki “hasen”in “hasen li gayrihi” olduğunu belirtmiştir ki, doğrusu da bu olmalıdır. Şu halde et-Tirmizî’nin hadis hakkında kullandığı “hasen-garib” ifadesinin “hasen” kısmı, tek başına söz konusu hadisin ihtiyatla karşılanması gerekenler cümlesinden sayılması için yeterli, hatta doğru bir gerekçe değildir. (Hasen hadisin de tıpkı sahih hadis gibi “muhteccun bih” olduğu hatırlanmalıdır.)
Bu ikili ifadenin “garib” kısmına gelince –geçen yazıda söylenenleri hatırlatarak şunu ekleyelim–, ilk bakışta bu tabir, “hasen” hakkında söylenenlerle çelişkili gibi görünmektedir. Zira et-Tirmizî’nin “hasen” tanımında “başka bir yoldan rivayet edilmiş olma” şartı bulunduğunu yukarıda görmüştük. Öyleyse buradaki “garabet”in açımlanması gerekir. Bunu en güzel yapanlardan biri, en-Nefhu’ş-Şezî adlı şerhinde İbn Seyyidinnâs’tır. O, “garabet”i şu şekilde 5 kısma ayırır: 1) Hem sened, hem de metindeki garabet, 2) Sadece metindeki garabet, 3) Sadece seneddeki garabet, 4) Senedin bir kısmındaki garabet, 5) Metnin bir kısmındaki garabet.
Bu 5’li taksimden hareketle başa dönerek et-Tirmizî’nin Hz. Ali (r.a)’nin fedaili meyanında rivayet ettiği ve “hasen-garib” diye nitelendirdiği hadise dönecek olursak, bu hadisin, Yıldırım’ın et-Tirmizî’den naklettiği tarikinde bulunan Ecleh’in yer almadığı başka bir senedle et-Taberânî (el-Kebîr, II, 186) ve İbn Adiy (el-Kâmil, VI, 247) tarafından rivayet edildiği bir vakıa ise de, bu senedlerin mahrecinin de tıpkı et-Tirmizî’nin senedi gibi Hz. Câbir (r.a) olduğu, ondan da yine tek kişinin, Ebu’z-Zübeyr’in naklettiği dikkate alındığında “garabet”in burada aranması gerektiğini söyleyebiliriz.
Öte yandan et-Tirmizî’nin senedinde yer alan Ecleh’in, “muhtelefun fih” bir ravi olmakla birlikte, çoğunluğu teşkil eden Hadis tenkitçileri tarafından güvenilir bulunduğu (el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 189) da gözden uzak tutulmamalıdır.
Bütün bunlardan sonra tekraren vurgulamakta fayda var: et-Tirmizî’nin herhangi bir hadis hakkında kullandığı “hasen-garib” nitelemesi, bahse konu hadisin ihtiyatla karşılanması gerektiğini tek başına anlatmaz. Çünkü bu, tek başına ne cerh, ne de taz’if ifadesidir. Unutmamak gerekir ki, et-Tirmizî bu ifadeyi, senedini güvenilir (sika) ravilerin oluşturduğu hadisler için de kullanmıştır. Hatta Yıldırım’ın, el-Buhârî ve Müslim tarafından rivayet edilen hadisler hakkında –görebildiğim kadarıyla– aleyhte bir şey söylememesini, onların sıhhatini onayladığına yormak doğruysa, et-Tirmizî’nin aynı ifadeyi kullandığı birçok hadisin “Şeyhân” tarafından rivayet edilmiş olmasını gözden uzak tutmaması, dolayısıyla “hasen-garib” tabirini tek başına ihtiyat gerekçesi olarak kullanmaması gerekirdi.
Milli Gazete – 9 Kasım 2002