Kutlu Doğum etkinlikleri çerçevesinde ülkemizin iki ayrı bölgesinde iki ayrı program yapma imkânı bulduk. İlki Antep’te, Erdemliler Cemiyeti’nin düzenlediği programdı. Antep’in en merkezi yerine kurdukları Kutlu Doğum Çadırı’nda ziyaretçileri küçük ve fakat anlamlı hediyelerle karşılıyorlardı. Gittiğim akşam bir de çiğ köfte ikram ettiler sağ olsunlar. Ramazan Kiraz kardeşimin ve dernekte görevli diğer kardeşlerin sıcak misafirperverliği unutulacak gibi değildi.
İkinci programı İstanbul Maltepe’de, Mavievler Camii Derneği’nin ev sahipliğinde gerçekleştirdik. Deruhte ettiği görevin hayatiyetiyle mütenasip işler yapan din görevlilerine güzel bir örnek teşkil eden Salim Alver hocanın daveti üzerine gerçekleşen program format olarak biraz farklı oldu. Camiin içinde yaptığımız sohbet, dışarıya ve müştemilata mikrofon sistemiyle taşındı. Böylece –yer olmadığı için camiin– içinde dinleme imkânı bulamayan bayan cemaate de sohbetten istifade imkânı sağlandı.
Orada da son derece sıcak ve samimi bir ortam vardı. Programdan sonra da 15-20 kişilik bir grupla sohbeti –çay ikramı eşliğinde– devam ettirdik.
Bu köşeye ancak cüz’î bir kısmını yansıttığım yoğun yurt içi ve yurt dışı seyahatlerden şu an itibariyle bende oluşan izlenimi şöyle ifade edebilirim: Elhamdülillah, insanımızın önemli bir kesimi istikametini muhafaza endişesiyle hareket ediyor hâlâ. Kafalarda yer yer soru işaretleri oluşmuş bulunsa da, doğrularla buluşturulduğunda kolayca sahipleniyor. Bu gerçekten önemli bir husus…
Programlarda insanımıza doğruları anlatmak yanında, yanlışlara da işaret etmeyi kaçınılmaz bir görev addediyoruz. Zira yanlış, günümüzde olduğu kadar başka bir zaman diliminde bu kadar çok veçheli ve çok katmanlı intişar imkânı bulmuş mudur, doğrusu bilmiyorum. Bu sebeple sadece doğruyu dile getirmek yetmiyor, yanlışı da somut biçimde dile getirip çürütme mecburiyeti hasıl oluyor.
Burada yeri gelmişken şahsen benim ve Daru’l-Hikme’deki arkadaşlarımın sıklıkla muhatap olduğumuz bir tesbiti dile getirmek istiyorum. “Neden söylemlerinizi “tenkit” üslubuyla dile getirmeyi tercih ediyorsunuz? İlle birilerini hedef almak zorunda mısınız? Tenkit ettiğiniz isimler ortaya bir şeyler koymuş kimseler. Siz de tenkit etmek yerine inşa faaliyetiyle orijinal üretim yolunu seçemez misiniz?”
Bu tenkit ilk bakışta doğru gibi görünüyor. Birileri üretirken, siz durmadan tenkit ediyorsunuz. Oysa önemli ve zor olan üretmek değil midir?
Burada iki noktayı dikkate sunalım:
- Hakkı verilmiş bir tenkit faaliyeti, tenkit edilen görüşün eksikleri/yanlışları yanında, doğrunun da gösterilmesini tazammun eder. Yoksa yapılan işin “karalama”dan pek bir farkı olmaz. Biz de tenkitlerimizde bu noktayı ihmal etmemeye azami dikkat gösteriyoruz. Hatta esas zor olan, tenkit edilmekte olan bir doğruyu, o tenkitlere mukabelede bulunarak ortaya koymaktır. Bu, zannedildiğinden çok daha zor bir iştir. Zira müdafaa ettiğiniz doğruyu, sadece kendi zatî özellikleriyle değil, güncel değeri bulunan tenkitleri de dikkate alarak ortaya koymak ciddi bir imal-i fikir ister.
- Tenkit ettiğimiz yaklaşım ve görüşler de esasen başka birtakım yapıların tenkidi üzerine kurulu bulunmaktadır. Dolayısıyla sathî nazarlara “inşa” gibi görünen o yaklaşım görüşler de esas itibariyle tenkit karakterlidir.
Bir örnekle açıklayayım: Diyelim ki Kur’an’da nesh olgusunu reddeden birisi ve bizim ona yönelik tekitlerimiz var. Nesh olgusunu reddeden kişi açıktan söylesin veya söylemesin, Sahabe tabakasından itibaren bütün ulemayı ve müfessirleri yanlış bir görüşü benimsemiş olmakla itham ediyor. Zira neshi reddetmek, onu benimseyen bütün kesimleri reddetmek anlamına gelir kaçınılmaz olarak.
Bu durumda, bütün ümmeti karşısına alan o kişinin değil de bizim tutumumuzun eleştiri konusu yapılması, o kişinin değil de bizim “söylemlerini tenkit üzerine bine etmek”le itham edilmemiz doğrusu hakkaniyetle bağdaşır bir durum değil!
Tenkitten zarar gelmez. Yeter ki insanlar sadece fikirleriyle tenkit edilsin, “bel altı” vuruş yapılmasın…
Milli Gazete – 1 Mayıs 2010