Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Kahraman‘ın “Suret Hadisi” konusundaki makalesinin temel hedeflerinden biri, yüze vurmaktan sakındıran rivayetler ile “Allah azze ve celle Adem’i kendi suretinde yaratmıştır” cümlesinin ayrı bağlamlarda vürut bulduğunun isbatıdır. Bu durumda iki ayrı rivayetin ravi tasarrufu marifetiyle birbirine monte edildiğini söylemek gerekiyor.
Konunun detaylarına girmeden önce belirtmem gereken bir husus var: Bir önceki yazıda alıntıladığım ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, Kahraman‘ın –İbn Hacer ve el-Aynî referansıyla– kasdettiği “ziyade” ile benim “zühul” olarak nitelendirdiğim tesbitteki “ziyade” gerçekten birbirinden farklı. Dolayısıyla bu noktadaki zühul Kahraman‘a değil bana aittir.
İmdi, Kahraman‘ın, makalesinin temel bir iddiasını İbn Hacer ve el-Aynî‘nin “ziyade” olarak nitelendirdiği cümlenin aslında farklı bir bağlamda gelen (Hz. Adem (a.s)’in yaratılış özelliklerini anlatan) hadisin bir parçası olduğu halde yüze vurmaktan sakındıran hadise monte edildiği varsayımı üzerine bina etmesi, Usul-i Hadis açısından ayrı bir problemi ortaya çıkarıyor:
Bilindiği gibi, hadislerin ağırlıklı olarak metin kısmında görülen “eksiklik-fazlalık” vakıası üzerinde durulurken Usul-i Hadis‘te “ziyâdetu’s-sika” meselesi gündeme getirilir ve sika (güvenilir) ravilerin ziyadelerinin (başka ravilerin aktardığı metinlerde yer almayan artı hususların) makbul sayılıp sayılmayacağı tartışma konusu yapılır.
Şu halde Usul-i Hadis kriterlerince burada tartışılması gereken husus şudur: Bir kısım rivayetlerde sadece yüze vurmaktan sakındırma yer alırken, diğer bir kısım rivayetlerde bu sakındırmanın illeti olarak “Zira Allah azze ve celle Adem’i kendi suretinde yaratmıştır” buyurulduğu nakledilmişse –ki öyledir–, bu “ziyade”nin makbul olup olmadığı probleminin, onu nakleden ravilerin güvenilir olup olmadığına bakmak suretiyle çözülmesi gerekir.
Kahraman‘ın bu noktadaki tavrını şu cümleleri özetlemektedir: “(…) “Allah Adem’i kendi suretinde yarattı” cümlesinin “Kardeşinizin yüzüne vurmayın” cümlesi ile birlikte zikredilmesi, bazı hadis otoriteleri tarafından da “ziyade” olarak değerlendirilmiştir. Bu durum, hadisçilerin bu konudaki rivayetin tek cümleden yani “Kardeşinizin yüzüne vurmayın” cümlesinden ibaret olduğuna inandıklarını gösterir. Bize göre de “yüze vurmanın yasaklanması” ile ilgili hadisin gerçek şekli, “Kardeşinizin yüzüne (veya “kavga ederken yüze) vurmaktan sakının” cümlesinden ibarettir. “Allah Adem’i kendi suretinde yaratmıştır” cümlesi, sahabi ravi veya daha sonrakiler tarafından, şahit olunan bir olay üzerine izah veya ikaz sadedinde bu asıl cümleye eklenmiş olmalıdır.”
Önce “suret” içeren cümleyi “bazı hadis otoriteleri”nin –ki İbn Hacer ve el-Aynî‘nin kastedildiğini görmüştük– “ziyade” olarak gördüğü söylendiği halde, daha sonra bütün Hadisçiler‘e teşmil edilen bu tavır noktasında üzerinde asıl durulması gereken, buradaki “ziyade”nin asıl metinde yer almadığı halde sonradan –başka bir hadisten alınarak– metne eklendiği iddiasının ne ile temellendirildiği hususudur.
Kahraman bunu, “suret” içeren cümlenin, yüze vurmaktan sakındıran hadisin bazı varyantlarında yer almadığı vakıasıyla açıklamakta ise de, daha önce değindiği “ihtisar ve takti” (hadisin metnini özetleyerek veya sadece bazı kısımlarını alarak nakletmek) ihtimalinin neden burada geçerli olmayacağı sorusu tatminkâr bir açıklama beklemektedir.
Nitekim aynı durum, “Allah azze ve celle Adem’i kendi suretinde yaratmıştır” cümlesinin tek başına nakledilmesi vakıası için de geçerlidir. Her ne kadar Kahraman, “Hadis kitaplarında bu hadisin “Allah Adem’i kendi suretinde yaratmıştır” cümlesinden müteşekkil bir rivayeti yoktur” demiş olsa da, Abd b. Humeyd‘in (el-Müntehab, 417) bağlamsız, tek başına bir cümle olarak naklettiği bu rivayette de bir ihtisar veya takti bulunduğunu düşünmemize bir engel yok.
Sözün kısası, böyle vukuflu bir çalışmada, yüze vurmaktan sakındıran rivayetlerde “suret” içeren ifadeye yer verilmesi yorumlanırken “ziyadetu’s-sika” vakıası da dikkate alınacak olsaydı şüphesiz daha ihatalı bir bakış açısı ortaya konmuş olacaktı. (“Ziyadetu’s-sika”nın makbuliyet şartları konusunda ez-Zeyla’î‘nin Nasbu’r-Râye’sinde güzel bir tafsilat bulunduğunu ilgililerine bir not olarak eklemiş bulunayım.)
Bu söylediklerimin sırf ilmî endişelerle dile getirilmiş hususlar olarak değerlendirilmesini diliyor, Doç. Dr. Hüseyin Kahraman‘ın bahse konu çalışmasını, bu hassas konuda dengeli bir duruş sergilemesi ve özgün tesbitler içermesi dolayısıyla oldukça önemli bulduğumu ekleyerek bitirmek istiyorum.
Milli Gazete – 10 Nisan 2004