Geçtiğimiz Cuma günü Râbıtatu Ulemai Ehli’s-Sunne (Sünnî Alimler Birliği) isimli yapılanma resmen ilan edildi. Teşkilatın kurucuları ve Türkiye’deki üyeleri ile çok sayıda iştirakçinin katılımıyla yapılan basın toplantısını el-Cezîre televizyonu naklen verdi.
Bu vesileyle mevcut deklarasyona ve şahsî düşüncelerime ilişkin birkaç hususu paylaşmak istiyorum.
- Bu teşkilatın kurucuları, Yusuf el-Karadâvî önderliğindeki Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin de üyesidir. Dolayısıyla Sünnî Alimler Birliği, Dünya Müslüman Alimler Birliği’nin alternatifi veya rakibi değildir. Herhangi bir yapıya ve kuruluşa cephe almak, tavır koymak gibi bir maksat gözetmemektedir.
- Sünnî Alimler Birliği, İslam Ümmeti’nin bütün meseleleriyle ilgilidir. Başta Filistin ve Kudüs meselesi olmak üzere İslam Dünyasının her köşesindeki acı ve sancı, bu teşkilatın da gündemindedir.
- İslam Ümmeti’nin sadece siyasî değil, itikadî, ahlakî… her türlü meselesi Sünnî Alimler Birliği’nin de tabii gündemini oluşturur ve kuruluş, bütün bu meselelerde münhasıran Ehl-i Sünnet çizgide çözüm üretme amacındadır.
Basın toplantısında kısaca arz ettiğim hususlar deklare edildi. Kuruluş deklarasyonunun İstanbul’da yapılması ve hazırlanan broşürde Arapça dışında sadece Türkçe’ye yer verilmiş olması belli bir tavrın yansımasıdır. Sünnî Alimler Birliği’nin Türkiye’ye ve İstanbul’a karşı özel bir muhabbet ve ilgisi vardır…
Her ne kadar basın toplantısında yukarıda özetlediğim hususlar ifade edildiyse de, şu hususların altının çizilmesinde fayda görüyorum: Biliyoruz ki el-Karadâvî liderliğindeki Dünya Müslüman Alimler Birliği, kozmopolit bir yapıdır; kendisini “Müslüman” olarak ifade eden her alim ve her yönelim burada kendisine yer bulabilmektedir. Sünnî-bid’î ayrımı olmadan her oluşum burada temsil edilebilir, edilmektedir. Dolayısıyla Sünnî Alimler Birliği, münhasıran “Sünnî” alimlerin bir araya geldiği bir yapılanma olma özelliğiyle diğer teşkilatlardan ayrılır, ayrılmak durumundadır.
“Ehl-i Sünnet” kavramı mutlaka tebellür ettirilmeli ve mahiyeti net olarak ortaya konulmalıdır. Biliyoruz ki, İbn Teymiyye’nin Sünnîliğiyle es-Sübkî’nin Sünnîliği birbirinden farklıdır. İtikadî birtakım kabullerden başlayarak insanî davranış ve reflekslere varana kadar pek çok noktada bu iki tutum birbirinden farklılık göstermektedir.
Şimdilik Sünnî Alimler Birliği bu noktada “kuşatıcılık/kucaklayıcılık” söylemini öne çıkartmakta ve “kendisini Ehl-i Sünnet olarak ifade eden her alim burada kendisine yer bulacaktır” demektedir. Ancak günümüzde Ümmet fertleri arasındaki en önemli ayrışma alanlarından birisini de bu nokta oluşturmaktadır. Kendisini Sünnî olarak ifade eden birçok çizgi ve yapı fiilî bir ayrışma ve hatta “çatışma” halinde…
Bir diğer husus siyasetle, sermaye çevreleriyle ve resmî mahfillerle ilişki meselesidir.
Bütün bunların öncesinde Sünnî Alimler Birliği hemen bu aşamada, adının, halkta kolaylıkla oluşturacağı “ayrıştırıcı” etkiyi bertaraf etmek için gerekeni yapmalıdır. Geniş halk kitleleri “tevhid, birlik”… gibi tabirler eşliğinde son derece sağlıksız ve gayri tabii zeminlere doğru kaydırılmaktadır. Sokaktaki insan öyle bir noktaya sürüklenmiştir ki, “birlik, beraberlik, Kudüs, Gazze…” söylemlerinin güçlü sürükleyici özelliği itikadî umdelerin yerini almış durumda. Sünnî Alimler Birliği her alanda ve tabii ki yukarıda zikrettiğim hususlarda niçin “Sünnî” bir zeminde hareket etmek gerektiğini ilmî ve ikna edici bir şekilde ortaya koymak durumundadır.
Burada kısaca ifade ettiğim hususlar, zaman zaman yaptığımız toplantılarda dile getirdiğim hususlardır ve kamuoyunun, üyesi bulunduğumuz Sünnî Alimler Birliği teşkilatı hakkındaki düşüncelerimize birinci ağızdan muttali olması maksadıyla kaleme alınmıştır.
Milli Gazete – 17 Ocak 2011