2004’ün 29 Temmuz’unda Hanefî mezhebine mensup bir kimsenin diş dolgusu yaptırması halinde bunun mezhebe göre gusle mani bir durum teşkil edip etmeyeceğini soran okuyucuya verdiğim cevapta şöyle demiştim:
“… Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Hanefî mezhebine mensup bir kimse dişine kaplama veya dolgu yaptırdığı zaman, yaptırdığı bu kaplama veya dolgu asıl diş hükmüne geçer ve Said Nursi merhumun da dediği gibi kaplama veya dolgunun altında kalan asıl diş, “ağzın zahiri” hükmünden çıkar; yıkanmaması guslü iptal etmez…”
Bu cevap üzerine elektronik posta yoluyla bunun yanlış bir hüküm olduğunu, Hanefî mezhebinde buna cevaz bulunmadığını ve bu durumdaki kimselerin, gusülde ağzın içini yıkamayı şart görmeyen –Şafiî mezhebi gibi– bir mezhebi taklid etmesinin tek çıkar yol olduğunu ileri süren birçok mesaj almıştım. Mesaj sahiplerine özel cevaplar verdiğim ve o an için fazla uzatmak istemediğim için “uzatmalar”ı bu köşeye yansıtmamıştım.
Gelen itirazlar arasında, Zâhid el-Kevserî merhumun –bahsi geçen yazımda zikrettiğim– mektubunun asılsız olduğu da ileri sürülüyordu. Mektubu bizzat görüp inceleyen muhterem Yusuf Özcan hocanın adını da o yazıda zikrettiğim halde, meseleyi kaynağından araştırma zahmetine katlanmayan bazı kimseler, ithamcı söylemlerine ve “diş dolgusu Hanefî mezhebine göre gusle mani değildir” diyenleri, “insanları gusülsüz gezdirenler” olarak damgalamaya devam etti.
Geçenlerde arşivimde bulunan “Yarın” gazetesinin nüshalarını incelerken Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi merhumun bu meseleyle ilgili bir fetvası gözüme ilişti. (Sahipliğini oğlu İbrahim Sabri Efendi‘nin yaptığı bu gazete merhum tarafından 1923 sonrası Türkiye’den ayrıldıktan bir süre sonra gittiği Yunanistan‘da çıkarılmaya başlamış ve yaklaşık 5 yıl süreyle yayımlanmıştır.) Bugün o fetvayı kısmen sadeleştirerek ve latinize ederek sizlere aktaracağım. (Parantez içi ilaveler, ifadeyi kolay anlaşılır kılmak için tarafımdan konmuştur.)
Mezkûr gazetenin 1929 Haziran’ında neşredilmiş olan 46. sayısında (s. 3) merhum şöyle demiş:
“Okuyucularımızdan birçok kimse, “Çürümüş dişleri doldurmak veya “kurun” tabir olunan altından zarflar içerisine almakta abdest ve gusle bir mani var mıdır?” diye benden sual ediyorlar.
“Kendilerine (şöyle) cevap verebilirim ki; çürümeye yüz tutan dişleri sağlamlaştırarak heder olup gitmekten muhafaza için mezkûr suretlerden birisi ile erbabına tedavi ettirmekte Şer’an hiçbir mahzur yoktur. Fıkıh kitaplarında bu meseleyi aynı aynına (birebir) bulmak kabil olmadığına bakarak bazı ulema bunu tecviz etmekten (caiz olduğunu söylemekten) ihtiraz ederlerse de (sakınırlarsa da) Şeriat-ı İslamiye’nin temel kaidelerinin buna müsait olacağı hiç şüphe götürmez. İslam dininde güçlük kaldırılmıştır; İslam dininde tedavi meşrudur.
“Bu esaslara istinaden, insan, dişlerini fennin (bu sahadaki teknolojinin) icabına göre tedavi ettirdikten sonra dolgu mahallerine abdestte ve gusülde suyu ulaştıramamak meselelerine gelince; Fukaha-i Kiram, abdestte ve gusülde suyu ulaştırmakta güçlük bulunmayan mahalleri yıkamak yeterli olduğunu sarahaten söylüyorlar. Hatta bu cihetle mezkûr meselenin Fıkıh kitaplarında sarahaten yeri bulunmadığı bile müsellem (kabul edilmiş) değildir denilebilir.
“Bunu, cebîre (kırık kemiğin kaynaması için üzerine konan tahtaları sabitlemek için sarılan sargı) üzerine mesh meselesine kıyas etmek de mümkündür. Çürük dişleri kapatan dolguların ve altın “kurun”ların altında kalan yerler dahil-i beden (bedenin iç kısmı) hükmünü alarak, onlara bedel sonradan üzerinde bulunan dolguları ve “kurun”ları yıkamakla abdest ve gusül vazifeleri yerine getirilmiş olur. Hasta bir uzuv üzerindeki sargının altına suyu ulaştırmakta zarar var ise, üzerine mesh etmek kifayet edeceği de Fıkıh kitaplarında musarrahtır (açıkça belirtilmiştir).
Hülasa, ne taraftan bakılsa, dişleri tedavi maksadıyla doldurmaya Şer’an bir engel yoktur. Doldururken abdestli bulunmak da lazım değildir. Mezkûr dişlerde gusül vazifesi, zahir-i beden (bedenin dışı) hükmünü alan dolguya ve “kurun”a intikal ederek, bunları yıkamakla taharet-i tamme (tam temizlik) hasıl olacağından, yara üzerindeki sargıya mesh edenlerin başkalarına imamlığı caiz olduğu gibi, dişi dolgulu kimselerin dolgusuz kimselere imameti de caizdir.”
Mustafa Sabri
Milli Gazete – 29 Mart 2005