Abdülaziz Bayındır’ın, benim nüzul-i İsa (a.s) meselesi bağlamında 5/el-Mâide, 117. ayetini “gizlediğim” şeklindeki iddiası üzerinde durarak bu seriye son vereceğim.
Önce bir nokta üzerinde duralım: 2/el-Bakara, 159. ayeti, Kitap’ta indirilen “beyyinât” ve “hüdâ”yı insanlardan gizleyenlerin laneti hak ettiklerini haber vermektedir. Peki ben “beyyinât” ve “hüdâ”yı nasıl gizlemişim? Abdülaziz Bayındır’ın iddiasına göre, Hz. İsa (a.s)’ın nüzulü meselesi üzerinde dururken 5/el-Mâide, 117. ayetini gündeme getirmemiş olmak, onu gizlemek oluyor! Allah Teala’nın indirdiği beyyinât ve hüdâ’yı gizleyenler laneti hak ettiğine, bu ayet de beyyinât ve hüdâ cümlesinden olduğuna göre nüzul-i İsa (a.s) bağlamında onu zikretmemek Allah Teala’nın ve lanet edicilerin lanetine uğramak için yeterli!
İmdi;
- “Beyyinât” ve “hüdâ”, eşyanın tabiatı gereği açıklık, kesinlik ve delalette “tartışma dışı” olmalıdır. Oysa 5/el-Mâide, 117. ayetinin “İsa (a.s) ölmüştür, tekrar gelmeyecektir” tarzındaki nev-zuhur iddiaya delaleti hakkında böyle bir durum söz konusu değildir. Bu serinin ilk yazısında da değindiğim gibi, mezkûr ayetin yer aldığı bağlamda Hz. İsa (a.s) hakkında “vefat-/teveffî” kelimesi geçiyor. Yani Hz. İsa (a.s), “Sen beni öldürdüğün zaman” demiyor; “Sen beni vefat ettirdiğin zaman” diyor. Dolayısıyla Hz. İsa (a.s)’ın kavmi üzerine şahitliğinin ölmek suretiyle değil, göğe çekilmek suretiyle son bulduğunu söylemenin hiçbir engeli yok. Hz. İsa (a.s)’ın göğe çekildikten sonra kavminin ne yapıp ne ettiğinden haberdar olmamasından daha tabii ne olabilir?
el-Hasenu’l-Basrî, “vefat” kelimesinin Kur’an’da “uyku”, “ölüm” ve “göğe kaldırılmak” şeklinde üç anlamda geçtiğini söylerken Abdülaziz Bayındır önce meseleyi keyfemâyeşâ “uyku” ve “ölüm”le sınırlıyor, sonra da bu kurguya uymayan birşey gördüğünde ilkel Haricî mantığıyla sağa sola lanet yağdırıyor!
- İslam tarihi boyunca Hz. İsa (as.)’ın göğe çekildiğini ve kıyamete yakın tekrar yeryüzüne ineceğini söyleyip de 5/el-Mâide, 117. ayetine değinmeyen selef, halef, kelamcı, müfessir, şarih… kim varsa, Abdülaziz Bayındır’a göre Allah Teala’nın ve lanet edicilerin lanetine uğramıştır! Dolayısıyla mesele Ebubekir Sifil’le sınırlı bir mesele değil…
- Ali Rıza Demircan hoca birkaç kere Daru’l-Hikme’ye geldi; muhtelif meseleler hakkında konuştuk, fikir alış verişinde bulunduk. Ama onun bize nüzul-i İsa (a.s) meselesi bağlamında 5/el-Mâide suresinin ilgili ayetlerini zikretmemiz konusunda –Abdülaziz Bayındır’ın tabiriyle– “ısrar ettiği” vaki değildir. Olsa olsa bu tarz bir konuşma bir kere cereyan etmiş ve orada kalmıştır. Abdülaziz Bayındır’ın hadiseyi, Demircan hoca bize bu mesele dolayısıyla birkaç kere gitmiş gelmiş ve ısrarla bu meseleyi gündeme getirmiş gibi takdim etmesi tam bir “saptırma”dır. Demircan hocanın durumu kamuoyuna açıklaması hakikatin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır.
- Nüzul-i İsa (a.s) meselesini sık denilebilecek aralıklarla yazmış/konuşmuş birisi olarak benim 5/el-Mâide suresinin ilgili ayetlerini gündeme getirmekten ısrarla kaçındığım şeklindeki iddiasında Abdülaziz Bayındır “müfteri”dir ve itiraf edeyim bu sıfat kendisine hayli yakışmıştır!
Benim bu mesele hakkında bir şey söyleyip söylemediğimi tahkik etmek maksadıyla araştırma yaptığını söylerken de doğruyu söylemiyor Abdülaziz Bayındır. Zira gerçekten öyle bir araştırma yapmış olsaydı, ebubekirsifil.com veya milligazete.com.tr adreslerinden birinde mutlaka hakikatle yüzyüze gelirdi.
Ar damarı çatlamamışsa eğer aşağıda zikredeceğim yerlere baksın, sonra da o talihsiz konuşmayı yaptığı kitlenin önüne bir daha çıkarak –benden değil (çünkü benim nezdimde Abdülaziz Bayındır’ın özrüyle kabahati arasında bir fark yok)– ama yanılttığı kitleden özür dilesin:
http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=145
İslam ve Modern Çağ, I, 97 vd.
Modern Fetvalar Çağdaş Hurafeler, 75 vd.