Bundan kısa bir süre önce Vatikan tarafından başlatılan dinlerarası diyalog modası çerçevesinde ülkemizde icra edilen faaliyetler gündemdeyken diyalog sürecine ilke olarak “evet” diyebilmek için birtakım şartlar bulunması gerektiğini söylemiş ve bu konuyla ilgili birkaç yazı yazmıştım.
Özellikle Marmara depreminin ardından bölgede başlayan misyonerlik faaliyetlerinin, kısa bir zaman içinde ülkenin neredeyse bütününde mantar gibi zuhur etmeye başladığı görülen “kiliseleşme” faaliyetlerine evrilmesine şaşıranlar veya diyaloga evet derken kiliseleşmeyi yadırgayanlar varsa akıllarından şüphe etsinler…
Yeryüzündeki dinleri “İslam ve diğerleri” (veya “Hak-batıl”) şeklinde tasnif eden ulemanın bu tavrına burun kıvırarak göreceliği inanç alanına dahi teşmil etmeye çabalayanların, neye iman ettiklerini, hatta iman ettiklerini söylediklerine gerçekten “iman” edip etmediklerini sorgulamaları gerektiği bir bahs-i diger.
Ama kitlelerin önüne “dünya barışı, sevgi, kardeşlik”… sloganlarıyla çıkarak “diyalog” faaliyetlerini meşrulaştırma adına Kur’an ve Sünnet’in buyrukları ile pervasızca oynama aymazlığında olanların, öncelikle bu çağrıları başlatan merkezin, yani Vatikan’ın maksadına nüfuz için, adı geçen “devlet”in resmî dokümanlarına vakıf olmak gibi bir sorumlulukları olduğunu ve onların bu sorumluluktan ısrarla kaçtığını söylemek de bizim boynumuzun borcudur.
Dinlerarası diyalog sürecinin, 60’lı yılların başında icra edilen II. Vatikan Konsili’ne kadar giden mazisine inilecek olursa, karşılaşılacak manzara şudur: İsa’yı temsil eden kilise bütün insanlara gönderilmiştir; dolayısıyla bu diyalog, “bütün insanları kurtuluşa ulaştırma” diyaloğudur. Konsil, Kilise’nin diğer insanlarla ilişkisini, “Tanrı’nın Evrensel Kurtuluş Tasarısı” doktrinine dayandırmıştır. Papa VI. Paul, II. Vatikan Konsili’nde deklare ettiği genelgede açıkça ve “dürüstçe” şöyle demişti: “Dürüstlük bizi, gerçek kanaatimizi açıkça ilan etmeye mecbur etmektedir; Yegâne gerçek din vardır, o da Hristiyanlıktır.” (“Hak din bizimkidir diyerek Hristiyanlar’ı rencide etmeyin” diyenlerin saflık derecesinde iyi niyetli mi, yoksa saflığımızdan istifade etmek niyetinde mi olduklarını varın siz düşünün.)
Vatikan belgelerine göre Hristiyanlık dışındaki dinler, “atalarından intikal etmiş ağır dinî metinlerin etkileyiciliğine” maruz olmakla birlikte “Kelam’ın tohumlarıyla dolu olup İncil’e gerçek bir hazırlık teşkil edebilirler.”
Yine bu Konsil, misyoner faaliyetleri hakkındaki kararında (Ad Gentes), Kilise’nin, tabiatı gereği misyoner olduğunu, bu misyonun ona sonradan ilave edilmiş bir özellik olmadığını, özellikle özünden kaynaklandığını, çünkü onun, Baba’nın isteği ve kararıyla Oğul’a tevdi edilen ve Kutsal Ruh’la desteklenen bir misyon olduğunu ilan etmiştir. Kilise’nin “misyoner” karakteri, Kilise hakkındaki dogmatik yasa olan Lumen Gentium’da da teyit edilmiştir.
Aktüel önemi ve “değişmez gündem”in bir parçası olması dolayısıyla bu konu kaçınılmaz olarak birkaç yazı boyunca devam edecek.
24 Ağustos 2002 – Milli Gazete