Soru
- Ekseri itikat kitaplarında yazılıdır ki, mütevatir hadisi inkâr ya da icmaya karşı tutum küfürdür. Biz bunu böyle kabul edersek, o zaman niye Şia mezhebi bu nedenden tekfir edilmiyor? Çünkü tüm Şiiler mest üzerine mesh etmeyi inkâr ediyor. Tekfir fetvaları var, ama sadece belli bir Şii kesim için ve başka bir nedenden dolayı. Bu konuda niye fetva yok ve niye bütün Şiiler tekfir edilmiyor? Böyle fetvalar yoksa, dolayısıyla Şiiler bu nedenden tekfir edilmezse, Sünniler niçin böyle bir durumda tekfir edilir? Bu bir haksızlık ve çelişki değil midir?
- İcmaya karşı tutum küfürse, niye İbn Teymiyye tekfir edilmiyor?
- Bizim bugün alimlerimizden öğrendiğimize göre, İbn Teymiyye’den akide almak doğru değildir. O bu kadar icmaya karşıysa ve mesela tevessül, Resulullah’ın kabrini ziyaret vs. konularında ehli sünnete karşı tutumları varsa, nasıl oluyor da pek çok alim onu seyhülislam olarak ya da büyük müctehid olarak övüyor? Nasıl olur da, aslında tekfir edilecek kişi birden Seyhülislam oluyor? Bu da bir çelişkiye benzemiyor mu? İbn Teymiyye’y’i öven alimlerin isimlerini zikreden ve Vehhabiler tarafından hazırlanmış uzun listeler görüyoruz. Bunlar tahriften mi kaynaklanıyor? Buna nasıl cevap verebiliriz? Diyemeyiz ki, onu öven alimler yanlışlarını bilmiyorlardı! Mesela İbn Hacer Askalani, onun yanlışlarını ve icmaya karsı tutumunu Dürerul Kamina’da anlatıyor; ama yine de başka yerlerde ona şeyhülislam diyor; nasıl oluyor bu? Keza Aliyyül Kari bir yerde diyor ki, “Onun kitaplarından uzak durmak gerekir.” Başka yerde ise onu Ümmetin büyük evliyalarından olarak anıyor. Çelişki değil mi bu?
Aynı durum Muhammed ibn Abdülvehhab için de söz konusudur. Mesela Seyyid Muhammed el-Alevi el-Maliki onu “İmamü’t-Tevhid” olarak anıyor Mefahim’de. Hindistan’daki Deobandiler gibi başka alimlerde de –tabii ki İbn Teymiyye’de olduğu kadar değil– benzeri bir tutum görülüyor. Bu konuda ne diyelim, ne düşünelim? Çok bulantıya girdik ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Alimlerimiz bu konuda niye bir öyle diyor bir böyle? Çok şaşılacak şey! Yoksa bizim görüşümüz mü kıt?
- Arap alimleri ve çok İngiliz alimleri “İmam Ebul Hasan Eş’arî’nin el-İbane’si ve Makalatul İslamiyyin sahih bir yolla bize ulaşmamıştır” diyor, bu eserlerin tahrif edildiğini söylüyorlar. Ama yine de bazı yerlerde bu kitaplardan alıntı yapıyorlar. Aynen siz de alıntı yaptınız bir yazıda. O zaman Vehhabiler bu eserleri kullandığında niye karşı çıkıyor ve “el-İbane ve Makalatul İslamiyyin sahih yolla gelmemiştir ve tahrif edilmiştir” diyoruz?
- Istia’ze /himmet istemek vs. konusunda, bize eski alimlerden caiz olduğunu, ya da yapıldığını ya da buna karşı bir şey söylemediklerini gösterebilir misiniz? Çok aradık kendimiz, ama fazla bir şey bulamadık.
er-Remli’nin, Heysemi’nin, Subki’nin fetvalarını tanıyoruz, Kevseri’nin de fetvasını biliyoruz. Usul alimlerinden ya da Kelam alimlerden istia’ze konusunda bir şey, bir hüküm var mıdır?
- Abdullah el-Harari diye bir şeyh veya alim ve Ahbaş/Habeşiler diye bilinen bir grup var. Bunlardan uzak durmak gerekir mi? Çünkü herkesi ve her şeyi tekfir ediyorlar. Hz. Muaviye’ye fasık diyorlar. Vehhabileri tekfir etmiyoruz diye bizi de tekfir ediyorlar.
Cevap
Bir uzun okuyucu sorusu ile daha karşı karşıyayız. İnşaallah bu yazıda yer alan soruları gelecek Pazar’dan itibaren aynı sırayla cevaplandırmaya başlayacağım.
Ancak hemen burada, daha önce soru gönderip de cevap bekleyen kardeşlerimden bir ricam olacak: Bu köşeye taşınmayı hak edecek önemde olduğunu düşündüğüm okuyucu soruları, takdir edersiniz ki hak ettiği önem ve ciddiyet ile cevaplandırılmak zorunda. (“Acil” kaydıyla gönderilenleri ve kısaca cevaplandırılabilecekleri internet üzerinden anında cevaplandırmaya çalışıyorum.) Bu köşeye gönderilen sorulara, fetva kitaplarında gördüğümüz gibi “el-Cevap caizdir/değildir” tarzında cevap vermeyi uygun bulmuyorum. Zira bu tarz soruları intaç eden zemini/arka planı tahlil etmeden, yani problemin kaynağına inmeden kestirmeden cevap vermenin sadra şifa olmayacağını düşünüyorum.
Dolayısıyla sorulara seri yazılar halinde cevap verirken, daha önce soru gönderip de cevap bekleyen kardeşlerimin, kendilerini unutmadığımı, vakti gelince onların sorularına da aynı ciddiyet içinde –inşaallah– cevap yazacağımı bilmelerini isterim.
Milli Gazete – 22 Haziran 2008