Mezhepler Arası İhtilaflar-3

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Gazete Yazıları, Mayıs 2004, Mayıs Ayı 2004 OS, Okuyucu Soruları

Bir önceki yazıda el-Kevserî merhumdan uzun bir anekdot nakletmiştim. Eğer bu köşenin okuyucuları arasında, mezheplerin sahih hadislere kasden muhalefet ettiği ve meşru bir sebebe dayanmaksızın Sünnet‘e aykırı içtihadlar benimsediği görüşünde olanlar varsa, o anekdot onlar için çok şey anlatıyor olmalı.

Her şeyden önce Sünnî mezheplerin (hangisi olursa olsun) sahih hadislere karşı “tavırlı” olduğu ve şahsî görüşleri öne çıkararak hadislere muhalefet ettiği şeklindeki düşüncenin temelsiz bir “önyargı”dan ibaret olduğunu bir kere daha vurgulayalım.

İkinci olarak bir kısım Ehl-i Hadis‘in Irak ekolü –bilhassa Hanefîler– hakkında olumsuz kanaate sahip olmasının, onların esas aldığı kimi rivayetlerin taz’ifinde belirleyici bir rol oynadığı gerçeğinin altını çizelim.

“Bir kısım Ehl-i Hadis niçin Hanefîler hakkında olumsuz bir kanaate sahip olmuştur?” sorusu bu noktada önemlidir ve birkaç başlık altında cevaplandırılabilir:

  1. Genel olarak Irak bölgesinin, Emevî ve Abbâsî yönetimlerinin merkezi olmasının da etkisiyle farklı din ve kültürlere açık oluşu, dolayısıyla “uydurma hadis” belasına bu bölgede yaygın olarak rastlanması. (Hemen bütün bid’at Kelam fırkalarının bu bölgede ortaya çıktığını hatırlayalım.)
  2. Kıyas‘ın (hatta İstihsan‘ı da ekleyebiliriz) bir istidlal yöntemi olarak bu bölgede yaygın olarak kullanılması.
  3. Bişr b. Ğiyâs el-Merîsî örneğinde olduğu gibi İtikadî sahada bid’at mezheplerden birinin müntesibi olduğu halde Fıkıh‘ta Hanefî mezhebini benimseyen birçok kişinin mevcudiyeti. (el-Kevserî merhum, i’tizal görüşünün el-Merîsî‘den sübutu konusunda mütereddittir.)
  4. Hanefî mezhebinin birçok imamının (başta İmam Ebû Hanîfe olmak üzere el-Hasen b. Ziyâd el-Lü’lüî, Muhammed b. Şucâ’ es-Selcî vd. Keza bu köşede 2003 Temmuz’unda Nuh b. Ebî Meryem‘in durumu hakkında yazdıklarım da hatırlanmalıdır.) bazı Hadis tenkitçileri tarafından haksız yere cerh edilmiş olması. (Kıyas‘ı çok kullanmaları, birçok hadisi Ehl-i Hadis‘in anladığından farklı anlamaları, bazı haber-i vahidleri Kur’an‘a veya daha güçlü rivayetlere aykırı olduğu için amele konu etmemeleri, “Halku’l-Kur’an” meselesinde “Kur’an kelamullahtır” deyip, başka bir şey ilave etmemeleri… gibi sebeplerle.)

Bu ve benzeri sebeplerle Hanefî mezhebi imamlarının içtihadları söz konusu olduğunda bilinç altında yer etmiş olan “hadise aykırılık” çağrışımı su yüzüne çıkıverir. Sanki “Hanefî muhaddisler” diye bir vakıa yokmuş, “sahih hadis” sadece “Kütüb-i Sitte“ye veya diğer Hadis İmamları‘nın eserlerine münhasırmış ve elimizdeki Hadis kitaplarında Hanefî mezhebinin içtihadlarına dayanak oluşturan hiçbir rivayet mevcut değilmiş gibi!..

Bu yanılsama hala, İmam Ebû Yusuf, Muhammed b. el-Hasen, et-Tahâvî, Ebû Bekr el-Cassâs… gibi mezhep büyüklerinin hepsi de bize kadar ulaşmış ve basılmış bulunan eserlerinin mevcudiyetinin ve değerinin yok sayılmasına yol açacak güçtedir ne yazık ki…

Hatırlanacağı gibi bu köşede Aralık 2001-Ocak 2002 arasında yer alan “Okuyucu Soruları” serisi içinde, İmam el-Kerhî‘nin, “Ashabımız’ın sözüne aykırı olan her ayet ya nesh edilmiş veya tercihe daha şayan başka bir delil sebebiyle terk edilmiş olmaya hamledilir” anlamındaki sözü üzerinde birkaç yazı boyunca durmuştum. Orada da belirttiğim gibi Ehl-i Hadis de dahil olmak üzere hüküm istinbatı ameliyesiyle iştigal eden herkes/im, birbiriyle tearuz halindeki rivayetlerden bir kısmıyla amel ererken diğer kısmını tevil etmiştir ve esasen bunun başka bir yolu da yoktur. Bir başka ifadeyle mütearız rivayetlerin birini öbürüne tercihte esas alınan kriterler mezhepten mezhebe ve ekolden ekole değiştiği için her mezhep ve ekolün amele konu ettiği rivayetler bulunduğu gibi, amel dışı bıraktığı rivayetler de vardır. Yani mesele hadisle ameli terk değil, bir delili diğerine tercih meselesidir.

Dolayısıyla herhangi bir Hadis kitabında mezhebin içtihadı ile örtüşmeyen bir rivayet gördüğümüzde hemen şüphe ve tereddüde düşmemeli, mezhep alimlerinin o rivayetten, o rivayetin sıhhat-zaaf durumundan ve ifade ettiği hükümden habersiz olduğu vehmine kapılmamalıdır. O rivayet, mezhep büyükleri nazarında –istidlal ve istinbatta esas aldıkları kriterler çerçevesinde– söz gelimi “mensuh” olabilir, bir başka –daha güçlü– bir rivayete veya bir Kur’an ayetine muhalif olabilir, bünyesinde taşıdığı bir gizli illet (kusur) sebebiyle amele konu edilmemiş olabilir ya da bizim anladığımızdan farklı birşey ifade ediyor olabilir…

Milli Gazete – 27 Mayıs 2004