Tevatür Meselesi

Ebubekir Sifil2011, Aralık 2011, Gazete Yazıları

Ameliyat olduğum günlere denk gelen birkaç yazısında Prof. Dr. Hayrettin Karaman hoca kıyamet alametlerini ele almış. Yazıların ana temasını, kıyametin birtakım alametlerinin bulunduğu vurgusu ile Dabbetu’l-ard’ın S. Hawking olduğu yolundaki spekülatif yorumların reddi oluşturuyor. Görebildiğim kadarıyla ilgili yazılarının sonuncusunun başlığı “Hz. İsa ve Mehdi” olduğu halde, yazıyı hemen tamamen Hz. İsa (a.s)’ın ref’ ve nüzulü meselesine tahsis etmiş, Mehdi’den ise başlıkta yer vermesinin oluşturduğu beklenti ile mütenasip bir tafsilat vererek bahsetmemiş.

Hz. İsa (a.s)’ın ref’ ve nüzulünü kabul etmeyenlerin temel hareket noktalarını şu iki iddia oluşturuyor:

  1. İlgili Kur’an ayetlerinin ref’ ve nüzule delaleti tartışmalıdır veya esasen Kur’an’da Hz. İsa (a.s)’ın ref’ ve nüzulüne delalet eden herhangi bir ayet yoktur.
  2. İlgili hadisler mütevatir olmadığı için kesin ilim ifade etmez; dolayısıyla bu hadisler itikad konusu yapılamaz.

Benim “nüzul-i İsa (a.s) meselesi üzerinde dururken vurgulamak istediğim esas nokta da –spesifik olarak şu veya bu mesele değil– bu iki maddedir. Yani Kur’an-ı Kerim’in herhangi bir meseleye delaleti ve hadislerin tevatürü meselesi.

Bu iki mesele üzerinde bilincimizde ve algımızda oluşabilecek küçük bir karanlık nokta, “nüzul-i İsa (a.s)” meselesiyle sınırlı kalmayacak, Kur’an ve Sünnet algımızın tamamına sirayet edebilecektir.

Usul bahislerini işlerken “Kur’an-Sünnet ilişkisi” meselesinde Sünnet’in, Kur’an’ın mücmelini tafsil, mübhemini beyan ettiğini söyleriz de bu mesele söz konusu olduğunda söz konusu Usul ilkeleri nasıl olur da birden unutuluverir, anlamak mümkün değil.

Şu nokta açık ki, Hz. İsa (a.s)’ın akıbetinden bahseden ayetlerde, diğer peygamberler hakkındaki anlatımlarda görmediğimiz birtakım özel vurgular mevcuttur. Meseleyi rastgele değil de Usul ilkeleri doğrultusu ele almak gerektiğine inananlar bakımından –ki Kur’an’ı hakkıyla anlamanın başka bir yolu elbette yoktur– bu vurgu ve calib-i dikkat anlatımların Usul nokta-i nazarından bir anlamı vardır. Bu nokta bizi –alettenezzül– ilgili ayetlerde bir icmal ve ibham bulunduğu gerçeğine götürecektir. Yahudilerin Hz. İsa (a.s)’ı asmadıkları ve öldürmedikleri, tam aksine Allah Teala’nın O’nu kendi nezdine yükselttiği, O’nu kendi nezdine yükselterek kâfirler(in şerlerinden ve kötü emellerinden) temizleyeceği/temize çıkaracağı mealindeki ayetler ve diğerleri ne anlatıyor? Meseleye önyargılarından sıyrılarak bakabilenler burada normal dışı bir durum bulunmadığını söyleyebilir mi?

İlgili ayetlere Usul zemininde bakanlar, onlardan hiç birisinin, Hz. İsa (a.s)’ın göğe çekildiğine “hiçbir suretle” delalet etmediğini söyleyemez! İbarenin olmasa iktizanın, iktizanın olmasa işaretin bu hususa delalet ettiği, inkârı mümkün olmayan bir hakikattir.

Dolayısıyla normal olarak yapılması gereken, Usul ilminin Kur’an-Sünnet ilişkisi konusundaki ilkelerini işleterek bu aşamada Sünnet’e yönelip, ilgili Kur’an ayetleri hakkında Sünnet’in ne dediğini bakmaktır.

Asr-ı Saadet’te olsun, daha sonraki dönemlerde olsun Yahudi ve Hristiyanlarlailmî ve itikadî tartışmalar/münazaralar hep yapılmış, karşılıklı reddiyeler yazılmıştır. Uzun İslam tarihi boyunca bu tartışmalar/münazaralar esnasında ne Efendimiz (s.a.v)’den Hristiyanların “Mesih tekrar gelecek” tarzındaki iddialarına “Yalan söylüyorsunuz, İsa öldü, bir daha gelmesi söz konusu değil” tarzında bir hadis nakledilmiş, ne de Sahabe’den ve daha sonraki nesillerden böyle bir nakil varit olmuştur. Tam aksine, Efendimiz (s.a.v)’den gerek özel olarak Hz. İsa (a.s)’ın akıbeti, gerekse genel olarak kıyamet alametleri bağlamında nakledilen rivayetlerin tamamında Hz. İsa (a.s)’ın kıyamete yakın yeryüzüne tekrar geleceği anlatılmaktadır. Yani Kur’an’ın ilgili ayetlerinin konuya delaletinin açık olmadığını iddia edenler bakımından burada Sünnet Kur’an’ın mücmelini tafsil ve mübhemini beyan etmiştir.

Sünnet/Hadis cephesinde durum böyleyken Tefsir cephesinde farklı bir görüntü var mıdır diye baktığımızda karşılaşacağımız manzara farklı değildir. Sahabe kuşağından itibaren –modern zamanlara gelene kadar– bütün müfessirler Kur’an’ın ilgili ayetlerini tefsir ederken aynı tavrı devam ettirmiş ve ayetlerin, Hz. İsa (a.s)’ın nüzul edeceğini anlattığı gerçeğinin altını çizmiştir.

Bu sebeple Mu’tezile ve Şia gibi bid’at fırkalar dahi bu meselede Ehl-i Sünnet’ye aynı safta yer almış ve gerek ilgili ayetlerin, gerekse hadislerin ve âsârın nüzul-i İsa (a.s) meselesine delaletine vurgu yapmıştır.

Bütün bunlardan ortaya çıkan netice şudur: Sahabe döneminden itibaren müfessiri, muhaddisi, kelamcısıyla Sünnet’i bağlayıcı bir kurum olarak tanıyan ve Sahabe’yi olması gerektiği mevkide değerlendiren herkes –ki bu, Ümmet’in hemen tamamı demektir– “Hz. İsa (a.s) gelecek” derken yanılmış ve yanlışa düşmüşse, ayağımızı basacağımız sağlam bir zemin yok demektir! Mesele “İsa inecek-inmeyecek” meselesi değil, neyle tedeyyün edeceğimiz, “Din kaynağı” diye neye sarılabileceğimiz sorusunun tatminkâr bir cevabının olmayacağı meselesidir yani…

Milli Gazete – 29 Aralık 2011